"ÇİLE" - Gedicht. Wer ist so frei, zu übersetzen?

Majnomon

Well-Known Member
Folgendes Gedicht hat mir mein türkischer Schwarm empfohlen, nach dem sie mein Buch gelesen hat. Sie kennt aber keine Übersetzung dafür. Es handelt wohl von einem Menschen, der etwas verwirrt durch die Straßen läuft, auf der Suche nach etwas.
Sie sagte, dass es sie schon seit ihrer frühen Jugend begleitet und sie nun an mich erinnere.

Es ist allerdings von Necip Fazıl Kızakürek, der laut Wikipedia ein Osmanischer Hardliner war, der gegen Juden, Aleviten und Jesiden gehetzt hat.

Wenn jemand Zeit und Muße hat, würde ich mich freuen, wenn er/sie es übersetzen könnte.

ÇİLE


Gaiblerden bir ses geldi: Bu adam, Gezdirsin boşluğu ense kökünde! Ve uçtu tepemden birdenbire dam; Gök devrildi, künde üstüne künde...

Pencereye koştum: Kızıl kıyâmet! Dediklerin çıktı ihtiyar bacı! Sonsuzluk, elinde bir mâvi tülbent, Ok çekti yukardan, üstüme avcı.




Ateşten zehrini tattım bu okun, Bir anda kül etti can elmasımı. Sanki burnum, değdi burnuna "yok"un, Kustum öz ağzımdan kafatasımı.

Bir bardak su gibi çalkandı dünyâ; Söndü istikamet, yıkıldı boşluk. Al sana hakikât, al sana rûyâ! İşte akıllılık, işte sarhoşluk!
Ensemin örsünde bir demir balyoz, Kapandım yatağa son çâre diye. Bir kanlı şafakta, bana çil horoz, Yepyeni bir dünyâ etti hediye.
Bu nasıl bir dünyâ, hikâyesi zor; Mekânı bir satıh, zamânı vehim. Bütün bir kâinat muşamba dekor, Bütün bir insanlık yalana teslim.
Nesin sen, hakîkat olsan da çekil! Yetiş körlük, yetiş, takma gözde cam! Otursun yerine bende her şekil; Vatanım, sevgilim, dostum ve hocam!

. . . . Aylarca gezindim, yıkık ve şaşkın, Benliğim bir kazan ve aklım kepçe. Deliler köyünden bir menzil aşkın, Her fikir içimde bir çift kelepçe.
Niçin küçülüyor eşyâ uzakta? Gözsüz görüyorum rûyâda, nasıl? Zamânın raksı ne, bir yuvarlakta? Sonum varmış, onu öğrensem asıl?
Bir fikir ki, sıcak yarada kezzab, Bir fikir ki, beyin zarında sülük. Selâm, selâm sana haşmetli azâb; Yandıkça gelişen tılsımlı kütük.
Yalvardım: Gösterin bilmeceme yol! Ey yedinci kat gök, esrârını aç! Annemin duâsı, düş de perde ol! Bir asâ kes bana, ihtiyar ağaç!
Uyku kaatillerin bile çeşmesi; Yorgan, Allahsıza kadar sığınak. Tesellî pınarı, sabır memesi; Size şerbet, bana kum dolu çanak.
Bu mu, rûyâlarda içtiğim cinnet, Sırrını ararken patlayan gülle? Yeşil asmalarda depreniş, şehvet; Karınca sarayı, kupkuru kelle...
Akrep, nokta nokta rûhumu sokmuş, Mevsimden mevsime girdim böylece. Gördüm ki, ateşte, cımbızda yokmuş, Fikir çilesinden büyük işkence. . . . .
Evet, her şey bende bir gizli düğüm; Ne ölüm terleri döktüm, nelerden! Dibi yok göklerden yeter ürktüğüm, Yetişir çektiğim mesâfelerden!
Ufuk bir tilkidir, kaçak ve kurnaz; Yollar bir yumaktır, uzun, dolaşık. Her gece rûyâmı yazan sihirbaz, Tutuyor önümde bir mavi ışık.
Büyücü, büyücü, ne bana hıncın? Bu kükürtlü duman, nedir inimde? Camdan keskin, kıldan ince kılıcın, Bir zehirli kıymık gibi, beynimde.
Lûgat, bir isim ver bana halimden; Herkesin bildiği dilden bir isim! Eski esvablarım, tutun elimden; Aynalar, söyleyin bana, ben kimim?
Söyleyin, söyleyin, ben miyim yoksa, Arzı boynuzunda taşıyan öküz? Belâ mîmârının seçtiği arsa; Hayattan muhâcir; eşyâdan öksüz?
Ben ki, toz kanatlı bir kelebeğim, Minicik gövdeme yüklü Kafdağı, Bir zerreciğim ki, Arş'a gebeyim, Dev sancılarımın budur kaynağı!
Ne yalanlarda var, ne hakîkatta, Gözümü yumdukça gördüğüm nakış. Boşuna gezmişim, yok tabîatta, İçimdeki kadar iniş ve çıkış.
Gece bir hendeğe düşercesine, Birden kucağına düştüm gerçeğin. Sanki erdim çetin bilmecesine, Hem geçmiş zamânın, hem geleceğin.

Açıl susam, açıl! Açıldı kapı; Atlas sedirinde Mâverâ Dede. Yandı sırça saray, İlâhî Yapı, Binbir âvizeyle uçsuz maddede.
Atomlarda cümbüş, donanma, şenlik; Ve çevre çevre nûr, çevre çevre nûr. İçiçe mîmârî, içiçe benlik; Bildim seni ey Râb, bilinmez meşhûr!


Nizâm köpürüyor, med vakti deniz; Nizâm köpürüyor, tâ çenemde su. Suda bir gizli yol, pırıltılı iz; Suda ezel fikri, ebed duygusu.
Kaçır beni âheng, al beni birlik! Artık barınamam gölge varlıkta. Ver cüceye, onun olsun şâirlik, Şimdi gözüm, büyük sanatkârlıkta!
Öteler, öteler, gayemin malı; Mesâfe ekinim, zaman mâdenim. Gökte saman-yolu benim olmalı! Dipsizlik gölünde, inciler benim.
Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök! Heybem hayat dolu, deste ve yumak. Sen, bütün dalların birleştiği kök; Biricik meselem, Sonsuz'a varmak...
 

Majnomon

Well-Known Member
Ist natürlich nicht gerade kurz. Also nur, wer Zeit und Muße hat. So wichtig ist es nicht.
 

Zerd

Well-Known Member
Hier eine freie Übersetzung des ersten Teils. Vielleicht kann ein anderer ja ein wenig weitermachen...


Von irgendwoher kam eine Stimme: Soll dieser Mann doch die Leere in seinem Nacken herumtragen! Und die Decke flog mir davon; der Himmel stürzte um, Ketten über Ketten… (oder: Fallen über Fallen)

Ich lief zum Fenster: das Jüngste Gericht in Rot! Es kam zuletzt doch so, wie Du es gesagt hattest, Altes Mädchen! Die Unendlichkeit mit einem blauen Tuch in der Hand, der Jäger hat den Bogen auf mich gerichtet

Das feurige Gift dieses Pfeils habe ich probiert, im Nu wurde mein Lebensjuwel zu Asche. Mit der Nasenspitze berührte ich die Nasenspitze des „Nichts“. Aus meinem wahren Mund erbrach ich meinen Schädel.

Wie ein Glas Wasser wurde die Welt durchgeschüttelt, die Richtung erlosch, die Leere stürzte ein. Hier hast Du Wahrheit, hier hast Du Traum! Da die Klugheit, da die Trunkenheit!

Im Ambos meines Nackens ein eiserner Vorschlaghammer. Ich warf mich ins Bett als letzten Ausweg. In blutiger Morgendämmerung hat mir der krähende Hahn eine ganz neue Welt geschenkt.

Was ist das nur für eine Welt, ihre Geschichte so schwer zu erzählen. Ihr Ort eine Facette, ihre Zeit eine Illusion. Das ganze Universum undurchlässiges Beiwerk. Eine ganze Menschheit der Lüge ausgeliefert.

Was bist Du, selbst wenn Du die Wahrheit wärst, bleib mir vom Leib. Komm mir zu Hilfe, Blindheit, errette mich, Glasauge! Alle Formen sollen sich bitte schön ineinander Fügen: mein Land, meine Liebste, mein Freund, mein Lehrer.

…Monatelang bin ich umhergewandert, gebrochen und erstaunt. Mein Ich ein großer Kessel, mein Verstand eine Schöpfkelle. Immer in der Nähe dem Dorf der Verrückten. Jeder Gedanke in mir eine Fessel.

Warum werden die Dinge in der Ferne so klein? Im Traum sehe ich ohne Augen, wie das? Wie tanzt die Zeit in einem Kreis? Ich soll ein Ende haben, wer kann mir davon berichten?

Ein Gedanke, wie Säure auf frischer Wunde, ein Gedanke, wie ein Blutegel im Gehirn. Ich grüße Dich, prachtvolles Leid. Du im Brennen noch wachsender verzauberter Stamm.
 

Majnomon

Well-Known Member
Vielen lieben Dank, Zerd. :)

Ein starkes Gedicht. Nicht schlecht! Ja, kommt mir tatsächlich bekannt vor. ;)
 
Top